Sevginin bu ara bendeki en büyük karşılığı “mücadeledir”
.Emek vermek, pes etmemektir.Sabretmek, kabullenmektir. Herkesin siyah dediğine
belki de beyazdır deyip kulak tıkamaktır. İçindeki nefretin seni zehirlemesine
izin vermeyip onu içindeki duymamazlıktan gelemeyeceğin sesle savaştırmaktır.
Cesarettir, korkmadan kör döğüşüne girmektir belki ve aklınla kalbin savaşında
kalbinden yana hile yapmaktır. Ve bence sevmek “inanmak” tır aslında. Ona değil
kaderine inanmak, kimsenin inanmadığına içinde kimseye tarif edemeyeceğin ki
zaten kimsenin de seni anlamayacağı bi varlığa inanmak.
Yağmurlu havada şemsiyesiz çıkmayı göze almak gibi
seviyorum sanki bu ara, sırılsıklam olmaktan Tanrıyı suçlayamayacak gibi, açık
ve bariz sebebi belli, sonucu ise muallak, bulutun şehri terketmiş olma
ihtimali yüzde elli. Zar oyunu gibi ya tek, ya çift. Şanslıysak çift atar
kalbim.Ateşten atlamak, cam kırıklarında yürümek gibi seviyorum. Ayağım ateşte
yanar mı, cam kanatırmı bilinmez. Ama bu korkuyla da zaten zafere hiçbir zaman
gidilmez.
Okyanusun
dantesinde bulutların üstünden paraşütsüz atlamak, metrelerce derinlere tüpsüz
dalmak gibi seviyorum. Küçücük kalbime yüklediğin koca yükler ayağıma takılmış
kum torbaları gibi aşağı çekiyor beni. Boğulacak gibi oluyorum. Burdayım işte
çırılçıplak, saf ve denizin ortasında sadece sana rotalı kulaç atıyorum. Seni
ayaklarına kurşun bağlayıp arkandan soğuk sulara ittiren ben değildim ki. Kime
ne için bu infaz? Kimin suçunun müebbetini yaşıyorum?
İkimiz
de diplerde boğulmadan nefesim olmanı istiyorum. Artık son zerrelerini
hissettiğim gücümle attığım son kulaçta soluğu kollarında almak istiyorum.
Diplerde gördüğüm o nadide inci tanesi gibi,
karaya avuçlarında çıkmak
istiyorum...